Aşağıda paylaşacaklarım Göttingen’de aldığım kültürlerarası yorumbilim (Intercultural Hermeneutics) dersi gözlemlerimden ibaret. Dersin sunulduğu programlar gereği (Teoloji, Avrupa Kültürü ve Global Politikalar) oldukça farklı ülke ve kültürlerden öğrenciler aynı sıralarda oturuyordu. İlk olarak basitçe toplumsal bellek (collective memory) ve kültürel kimlik (cultural identity) gibi kavramların ne anlama geldiği üzerine bir beyin cimnastiğinde bulunduk. Uluslararası öğrencilerden oluşan bir ekip olunduğu için, klişelere dayanarak ama pek de fazla ileri gitmeyerek diğer ülkelerin mensupları hakkında şakalar yapılıp gülünüyordu. Her öğrenci kendisini ve kendi kültürünü, ülkesini tanıtıyor, bunu takriben dersi veren hocamız M. Tamcke, kendini tanıtan öğrencinin ülkesinin tarihine dair bir kaç kelime ediyordu. Tanışma faslının böylesi yoğun ve yavaş ilerlemesi, dersin içeriğine tamamen uygundu. Kültürel kimlik ve bellek üzerine konuşulacaktı. (Tanışma faslının uzamasının asıl sebebi, zannediyorum ki bu dersin yukarıda bahsi geçen bölümlerin ilk açılış dersi olmasıydı). Ödev verilen metinler üzerinde konuşmaya başlamadan, derse katılan herkesin, belirli bir çerçeve dahilinde kendi ve kendi toplumuyla ilişkilendirdiği birtakım seçme bilgiler aktardığı dikkatimi çekmişti. Katılımcılar her defasında gururla ülkelerinden bahsettiklerinde ya da ülkelerinin olumsuz bazı yönleri hakkında konuşmamayı tercih ettiklerinde, profesör çok profesyonelce sözü alıyor ve o yaraları kaşımaya, katılımcıların kendi kimliksel aidiyetlerinin farkında olmasına çabalıyordu.
İletişimsel ve kültürel bellek kavramları
İletişimsel ve kültürel bellek kavramları
Derste üzerine konuşulacak metin Jan
Assman Collective Memory and Cultural Identity idi. Bu metin içerisinde Assman, insanlardan bahsederken ırksal bir
bellek üzerine konuşmanın yersizliğine işaret ediyordu. İnsanların bilgi
birikimi ve aktarımı hayvanlar gibi değil, onlardan farklı bir gelişme
gösteriyordu. Bir kuş, ona öğretilmesine ihtiyaç duyulmadan yuvasını nasıl
yapacağını biliyor en nihayetinde. Özetle, hayvanlardan konuşurken doğal
seleksiyonun hayvanların gelişimi, sürekliliği ve bu gibi içgüdüsel bilgisel
aktarımı sağladığını iddia etmek mümkün, peki ya insanlar? Burada Jan Assman
Toplumsal bellek (Collective Memory) kavramına başvuruyor. Ona göre toplumsal
bellek doğa bilimlerinin teorileri ile açıklanacak bir fenomen değil, bundan
daha ziyade toplumsal bellek, bir topluma yön veren ve jenerasyonlar boyu
tekrar edilerek yerleşmiş bir takım tecrübe ve davranış bilgisinin tümüne
verilen isim. Bu bellek içerisine gelenek ve görenekler de dahil ediliyor.
“a collective concept for all knowledge that direct behavior and experience in the interactive framework of a society and one that obtains through generations in repeated societal practice and initation”.[1]
Seminerin yoğunlaştığı konu
Assmann’ın ele aldığı diğer noktalardan biri olan iletişimsel bellek
kavramıydı. İletişimsel bellek, kişisel tecrübelerin sözlü iletişim
vasıtalarıyla aktarılması sonucu ortaya çıkan, varolan bir bellek. İletişimsel
bellek ile aktarılan bilgi düzensiz, şekilsiz ve doğrudan o iletişimin
gerçekleştirildiği grup ile alakalı. Bu tür iletişimlerin yaşanacağı ortam da
genellikle iletişimin içeriğini belirleyici nitelikte. Örneğin toplu taşımada
yaşanan karşılaşma ve diyaloglar, bekleme odaları ya da bilet sırasında yaşanan
sohbetler gibi.[2] Assmann’ın
iddia ettiğine gore bu türden diyaloglar ile var olan bir bellek aşağı yukarı
80 yıl var olabilmekte. Assmann’ın kavramları üzerine konuşurken Profesör
yeniden sözü alıp, kendi ülke ve kültürünü gururla sunan öğrencilere, ülkeleri
hakkında söyledikleri cümleleri düşünmelerini rica etti. Diğer bütün öğrenciler
yabancı olduğundan, her öğrencinin kendini tanıtmasında bir çeşit temkinlilik
seziliyordu. Genel olarak iletişimin kurulduğu kişiye gore, iletişilen bilginin
şekli ve formunun değişiklik gösterdiği söylenebilir. Böyle düşününce mütekabiliyet
ya da karşılıklılık bir iletişimin çerçevesini belirleyen önemli bir faktör
haline geliyor. Bir arkadaş ortamında aktarılan bilgi ile bir profesörün
bulunduğu ortamda aktarılan bilgi aynı değil, ya da aktarılan bilgi aynı olsa
da farklı formlarda ifade ediliyor.
İletişim kurulurken çoğunlukla söylenilen
her sözün bir şekilde dinleyici kitlesi ile sahip olunan ortak arkaplana
oturtulması gerekiyor. Bundan yola çıkarak, her kişinin bir ırkın ötesi ve
dışında böylesi grup ve çevrelere ait olduğu kabul edilebilir. Bu noktada bir
Türk olarak Ermeni soykırımı meselesi üzerine düşündüğüm konulardan birisi
oldu. Tanıdğım bir çok insanın Ermeni soykırımı hakkındaki ifadelerinin
dinleyici kitlesine gore değiştiğini sık sık gözlemlemiştim. Avrupa da bu konu
hakkında konuşan Türkler daha ılımlı, soykırım meselesi ile çok büyük bir
problemleri yokmuş gibi davranırken, Türkiye’de yaşayan, oradaki diskur
içerisinde kalan bazı diğerlerinin, kendilerini konu ile hiç meşgul olmadıkları
halde ortak inanışa bağladığını görmüştüm, görüyorum. Aynı tespitim, Avrupalı
bireyler için de geçerli. Assmann, makalesinde Halbwach’ın histoire ve mémoire
kavramları arasında yeterince ayrım yapmadığını iddia ediyor. Tarih, doğrudan
bir şekilde iletişimsel belleğin bittiği yerde başlamıyor. Belleğin taşınma ve
saklanması gerekiyor ve bunun yapılması için de belirli formlara ihtiyacı var.
Uzun bir sure ile yerleşen bu formlar ve gelenekler, Assmann’a gore kültürel
bellek denen şeyi meydana getiriyor. Kültürel bellek, iletişimsel belleği
tamamen bir zıttı. Günlük hayata yakınlığı yok. Kültürel bellek, tarihi önemli
bazı olayların özel kutlama ve anmalarla taze tutulması ile meydana geliyor. Bu
özel tören, rit ya da anıtlar kollektif bir grubun ortak hafızasını yaratmaya
yardım ederek, onları uzun vadede bir grup haline getirmeye yarıyor. Kültürel
belleğin en önemli destekçisi ise eğitim kurumları ve okullar.
[1] Jan
Assmann – John Czaplicka, Collective Memory and Cultural Identity, New German
Critique No. 65, Cultural History/Cultural Studies (Spring - Summer, 1995), p.
126.
[2] Ibd 127.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder